28 Temmuz 2015 Salı

Sayısal Santrallere Dikkat!

 Yabancı ülkelerin bizi dinlediği haberleri ortaya çıktığında uçan kuşa bile laf saydırmayı marifet sayan kişinin öyle okkalı laflar edeceğini düşünmüş merakla beklemiştim. Oysa zayıf insanlara efelenen debelenen adam sus pustu. Adamların elinde artık nasıl bilgiler varsa, mahalenin kabadayısı süt dökmü kediye döndü. Eski bir Telekom emekçisi olarak birkaç yazı ile bu dinleme konusunu irdeleyerek halkımızı aydınlatmayı amaçlıyorum:

Ülkemiz haberleşme alt yapısında kullanılan Sayısal Santraller ve Baz istasyonlarının hemen hemen tamamı yabancı menşe’li olup,  cihazlarda koşan yazılımlarda backdoor bırakılarak dünyanın her hangi bir yerinden o ülke de ki haberleşme rahatlıkla izlenebilmektedir. Hatta bunu en sık başvurulan bir metot olduğunu söyleyebiliriz.
Geniş çaplı bir dinleme operasyonunda ilk şüphelenilecek nokta  Telekom ve GSM haberleşmesinin alt yapısını yapan firmalardır. Hangi ülkelerin cihazları kullanıldığına baktığımızda Alman - Siemens, İsveç -  Ericsson, USA - Motorola, Çin  - ZTE ve Huawei, Nokia – Finlandiya, Fransa – Alcatel  gibi firmaların cihazları alt yapılara hakimdir. Alman Siemens’in ağırlığı çok fazladır. Son yıllarda Çin’liler de agresif olarak piyasaya girmektedir. Huawei çok düşük fiyatlar pahasına ihaleleri almaktadır. Kar hedefi gütmediği açıktır.
Bu şirketler ihaleleri çok düşük fiyat vererek alıyorlar. Çünkü bu bedel dinlemek için harcanacak Alman ortaklı şirketlerin ürünleri kullanılmaktadır.  Bu ürünlerdeki arka kapılar ile dinleme yapılmaktadır. Siemens’in sayısal santrallerine uzaktan bağlanarak her türlü trafiği dinleyebildiğini herkes bilir. Bedelden çok daha düşük.


Yıllarca Telekom alt yapısında kullanılan ürünlerin milli muadillerini çıkarma girişimleri hep ayak oyunlarıyla engellenmeye çalışıldı. Örneğin TELETAŞ milli santraller geliştiren bir şirket iken Fransız ALCATEL tarafından satın alınarak ustaca pasifize edildi.
Kıbrıs ambargosunun gölgesinde kurulan Teletaş, haberleşmenin ivme kazandığı yıllarda oluşan ihtiyaçları milli imkanlarla karşılamaya çalışıyordu ve bu konuda AR-GE ye büyük kaynaklar ayırıyor, çok sayıda araştırmacı personel istihdam ediyordu. Ancak birdenbire hiç beklenmedik bir şey oldu: Telekomünikasyon sektöründe teknoloji üreten, belirli alanlarda dünya pazarlarında rekabet potansiyeline sahip olduğunu gösteren ve kâr eden bu kurumun, ne olduysa, özelleştirilmesine karar verildi!
Konuya yakın kişilerin çok da gizli olmayan duyumlarına göre Avrupa Birliği’nin şartlarından birisi TELETAŞ’ın özelleştrilmesi idi.

Çağımıza adını veren bilişim sektöründe söz sahibi olabilecek bir ulusal kurum, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’nin özelleştirme uygulamasında halka arzın ilk örneği olarak satışa çıkarıldı. Ancak, TELETAŞ’ın hisseleri halkın mı oldu sanıyorsunuz, ne gezer… TELETAŞ’ın küçük hissedarı olan yabancı ortak ALCATEL bütün hisseleri topladı. TELETAŞ hisseleri halka açılırken, gerektiğinde devleti söz sahibi kılacak bir “altın hisse” muhafaza edilmişti. Ne var ki, çok geçmeden bu altın hisse de ALCATEL’e devredildi.  Türkiye’de bugün 14-65 yaş arasındaki insanlarımızın her üçünden ikisi, cep telefonu kullanmaktadır. Elbette bunun bir bedeli var. Bunun bedeli ülkemizden çıkan yaklaşık 3 milyar dolardır. Eğer üçüncü kuşak mobil haberleşme teknolojisini getirecek olursak, bir o kadar daha yatırım yapmamız gerekecektir. Ne yazık ki, bu sistemlerde kullanılan cihaz ve malzemenin neredeyse tamamı ithal edilmektedir. Eğer TELETAŞ yaşasaydı, yaşatılsaydı; Türkiye olarak, telekomünikasyon alanında kendi teknolojimizi üretebilecek ve belki de bugün yabancılardan aldığımız pek çok teknolojiyi ihraç edebilecektik   / [Ulus-ötesi şirketlerin bu yönleri hakkında geniş bir analiz için bkz: E. Manisalı, Dünyada ve Türkiye’de Büyük Sermaye, Derin Yayınları, İst., 2002, cd].

Aynı şekilde Türk Telekom’un özelleştirilmesin de sorunlu ve sakat bir yaklaşım sergilenmiştir. Ülke için son derece stratejik öneme sahip  bir kurum, OGER TELECOM gibi son derece şaibeli bir geçmişi olan Lübnanlı Refik Hariri’nin firmasına satılmıştır. Değerinin çok altında satılmasının dışında aslında kritik bir kurum yabancılara satılmıştır. Hariri’nin arkasında İngiliz MI-6 ve İsrail MOSSAD olduğuna dair ciddi şaibeler vardır. OGER TELECOM yönetiminde Türk Telekom’un yaptığı alt yapı ihalelerine de bu anlamda bakmak gerektiği açıktır. Telekomun özelleştirilerek bir Yahudi menşeyli firmaya satılması da elbette tesadüf değildi. Hem de elindeki fiber optik kabloların değerinden bile daha ucuza…
Hükümet her gün İsrail’ siyasi olarak diline dolarken ülkenin en stratejik kurumlarından birisinin İsrail ile ilişkileri olan bir şirkete satması da ayrı bir bahis konusudur.

(Not: İsrail düşmanı değilim. Hümanist bir insan olarak hiçbir halkın düşmanı değilim. Dostlarımın arasında Musevi olanlarda var. Benim için o kişinin dini cibilliyeti hiç ilgilendirmiyor, adam olması önemli.)

Sonuç olarak;
TELETAŞ’ın özelleştirilerek pasifleştirilmesi sürecini ülkemizin başka kurumlarında da yaşandığını görüyorum.Haberleşmenin dinlenememesi için yazılımından donanımına kadar milli olarak geliştirilen cihaz ve sistemler kullanıması gerekmektedir.Milli girişimcilerin bu konudaki cesaretleri kırılarak Türkiye’nin 2o yıllık birikimi “sıfırlanmaya” çalışıldı. Bu bağlamda TSK nın aslında bir operasyona hedef altında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

zayıfakım mühendisi